Eski Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar, 2011 yılında kendi döneminde hizmete açılan Balıkçılar Çarşısı ve balık lokantalarının Volkan Yılmaz tarafından yıkılacak olmasını yanlış bulduğunu, yıkmak yerine düzenleme getirilmesi gerektiğini söyledi.
Silivri Sahili’nde bulunan Balıkçılar Çarşısı adı altındaki balık satış yerleri ve balıkçı lokantaları 2011 yılında dönemin Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar’ın projesi olarak hizmete açılmıştı. Bugün gelinen noktada Balıkçılar Çarşısı’na yıkım kararı çıkartılması ve dükkanların boşaltılması için 30 gün süre tanınması üzerine Işıklar’a konuyu sorduk.
Silivri’nin Sesi’ne özel açıklamalarda bulunan Özcan Işıklar, yıkım kararının yanlış olduğunu dile getirerek: “Biz bu alanı, halk ucuz balık yiyebilsin diye açtık. Hitap ettiği kitle orta sınıf dediğimiz, düşük ve orta gelir düzeyindeki ailelerdir. Burada şimdinin parasıyla 100-150 lira gibi rakamlarla 4 kişilik bir aile balık yiyebiliyor. Zaman içinde amacından sapan işletmeler oldu, balık satış yeri olarak değil de, restoran mantığında hareket edenler oldu, gizli gizli alkol satıldığı iddiaları ortaya atıldı. Ancak bunun çözümü yıkmak değil, bu işletmeleri denetleyerek, düzenleme getirerek ihya etmektir.” dedi. Işıklar, “Bu çarşıyı yıkmak hem orta sınıfın denizle, balıkla bağlantısını elinden almaktır, hem bu balıkçı esnafına zulmetmektir. Birçok sıkıntıya neden olur. Ekonomik, kültürel, sosyolojik sıkıntılara neden olur.” diye konuşurken, yıkım kararını ise “Böyle bir kararı yanlış buluyorum. Bu kararın gözden geçirilip, oranın ihya edilerek amacına uygun bir şekilde kullanılmasının Silivri’ye çok daha faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü ben bu faydayı başlangıçta görmüştüm. Sadece balıkçıların faydalanacağı bir alan değil, bütün toplumu denizle tanışmasını sağlayacak, deniz kültürünü bir yaşam biçimi haline getirecek, sosyal birçok faydasını açığa çıkaracak bir zemin olarak görmüştük. Bu faydanın çok daha fazla önem arz ettiğinin anlaşılacağına inanıyorum.” sözleriyle eleştirdi.
Balıkçılar Çarşısı’nın hayata geçme hikayesini ve felsefesini de anlatan Işıklar, şunları söyledi:
“Kooperatif atıl durumdaydı. Önce kooperatifi bir ihya ettik. Genel kurul yapıldı. İşlemler tamamlandı. Yeni arkadaşların üye olmasını sağladık. O yerlerin alt yapısını balıkçı barınağının özelliklerine uygun olarak düzenledik. Balık satış alanları olarak düzenledik. Balık satış yeri deyince akla çiğ balık gelse de, elbette pişmiş balık da satılabilir. Onların adı da Balık Satış Yeri’dir. Buna bir engel yok. Bununla beraber balık restoranı tarzı tesisler mümkün değil. Böyle bir izin yok. Bu konuda Bakanlık’la yaptığımız görüşme de bir çelişki doğar gibi oldu. Onlara ifade ettik. Balık satış yeri düzenliyoruz. Balık çiğ de satılabilir, pişmiş de… dedik. Tezgaha gelen müşteri pişmiş isterse arkaya koyacak tavasını ya da ızgarasını, pişirecek verecek. Tamam dediler. Dedik ki elinde mi yesin? Otursun bir sandalyeye, yesin gitsin. Bu sistemin özelliği oydu. Ben oradaki arkadaşlara senelerce bunun bir restoran veya kafe kurmak olmadığını anlattık. Burası bir satış yeridir. Masalar kurmak, orada içecek vermek ya da menüler koymak olmadığını izah ettik. Bütün İstanbul kıyısında, Anadolu Hisarı’nda da, Rumeli Hisarı’nda da benzeri satış yerleri var.
Bu neyi getirecekti bize? İstihdam yaratacaktı. 300 üye ihya olacaktı. Kıyı balıkçılığı sektörü gelişecekti. Orada tutulan balıkların hale gidene kadar gerçekleşen masraflarından kısmen tasarrufa gidilmiş olacaktı. Zira tuttuğun balığın miktarı, nakliye bedelini kurtarmıyordu. Böyle bir sıkıntı da vardı. Orada balık satış yerinde sektör canlanacaktı. Ayrıca bir de buzhane kurduk. Deniz suyundan buz takriben eksi beşte donuyor.
Türkiye’de ilk defa Kıyı Balıkçılığı Sempozyumu yaptık. İlgili enstitü Rize’deymiş. Dediler ki bizim aklımıza burada böyle bir sempozyum düzenlemek gelmedi. Siz bunu nasıl düşündünüz? 2010 yılında ülkemizde ilk kez düzenlenen bu sempozyuma dair bir kitap da yayınlandı. Oradan çıkan bilimsel verilere dayalı sonuçlarda şu kaleme alındı: Marmara’da kıyı balıkçılığında 42 kilometrelik sahilimiz boyunca, ticari anlamda en avantajlı 8 balık türü saptandı. Böylelikle balıkçılık gelişmeye başladı. Canlı ve satış yerleri çoğaldı. İnsanlar gelip balıklarını yiyor. O zamanlar balık 15 lira idi. Vatandaş 5 lira da pişirme parası veriyordu. 20 liraya 1 kilo balık yiyordu. Hadi bugün için 70-80 lira olsun. Bir kilo balığı en az üç kişi yer. Bugün 50 liraya çorba içemeyebilirsiniz.
Maalesef oradaki esnaf sonra bunları devretti. El değiştirince kooperatifçilikle, balıkçılıkla ilgisi olmayan kişiler yüzünden amaca uygun kullanım şartları ortadan kalkmış oldu. Burada bir sıkıntı var. Ben görmedim ama burada alkollü içecek verildiği iddiaları da var. Ne olursa olsun oradaki yapılaşma, restorana dönüşme yasal olarak mümkün değil. Bunu da arkadaşlarla paylaşmıştım. Bugüne kadar idare etmemizin sebebi bunlardı. Silivri’de kıyı balıkçılığı, ucuz balık yemeyi bir nimet olarak görüp, bundan ekonomik bir fayda sağlamayı öğrenmemiz lazımdı. Bu bizim için bir başlangıç olacaktı. Çünkü Marmara bu müsilaj etkisinde biraz kirlilik yaşadı. Ama şu da var: Nurettin Sözen zamanında başlayan, Bedrettin Dalan zamanında bitirilen kolektörlerin faaliyete geçmesiyle Marmara Denizi gittikçe temizlenmeye başlamıştı. Balık çeşidi de artmaya başlamıştı. Bu da bir fırsattı. 42 kilometrelik sahilimiz boyunca, 3 tane balıkçı barınağı yapmayı planladık. Bir tanesi zaten Silivri’de mevcuttu. Silivri Selimpaşa’da da mevcuttu. Sadece Gümüşyaka’da yapacaktık. Ve bu balık satış yerlerini daha da çoğaltacaktık. Altını çizerek tekrar vurguluyorum. Pişmiş balık da satılacak ve yenilecek şekilde düzenleme yapılacaktı. İmece usulü yapılan bir aile balıkçılığı modeline dönüşecekti. Esnaf sayısı da artacak ve halkın ilgisini çekecekti.
Zaten öyle de oldu. O düşünceyi hayata geçirince orada bir patlama oldu. Toplamda bine yakın sandalye oldu. Geceleri oraya karanlıkta gitmeye korkardınız. Böyle bir yapıdan orada bir gelişim ve dönüşüm yaşattık. Ama en önemlisi, hayatı boyunca belki sahile inmemiş, orada balık yememiş birçok vatandaşımız gönül ferahlığıyla, orada ne ödeyeceğini bilerek gitti balık yedi. Bizim için bunun sosyolojik bir tarafı da vardı. Vatandaşı denizle tanıştırmak…
Burada felsefi bir anlayış var. Bir, denizin kıyı balıkçılığına açılması. İki, deniz kültürüne göre yaşamayı öğrenmemiz. Zira Türkiye’nin kaderi bu. Denizin nimetlerinden yeterince faydalanamıyoruz. Van gölünü de sayarsanız “üç buçuk tarafı” denizlerle çevrili bir ülkede yaşıyoruz. Maalesef balıkçılık sektöründe rakamlara bakın. İçler acısı. Denize bir sektör olarak eğilmiyoruz. Eğitimini de veremiyoruz. Denizcilik sektörü halkı balıkçılıkla tanıştırmak, halka fayda sağlamak, istihdam yaratmak, 42 kilometrelik şeridi balıkçı barınaklarının haricinde sosyal hizmetlerin verilebileceği bir alan haline getirmek konusunda bir lokomotif olacaktı.
Mum yakarsınız etrafını aydınlatır. Bu üç bölge de diğer bölgelerin aydınlanmasını, gelişmesini sağlayacaktı. Balıkçılık sektörünün gelişmesi hizmet sektörlerinin ve bağlı diğer sektörlerin gelişmesini de tetikleyecektir. Bizim su ürünleri, tarım ürünlerinin satışlarının yapılacağı stantlar olabilir. Bu döngü kıyılarımızın daha da gelişmesi adına bir başlangıç noktası olacaktı. Buna basit bakmamak, derinlemesine düşünmek lazım. Bölgemize kazandırdığı ekonomik faydayı iç ve dış turizmin de etkisiyle daha da çoğaltacak bir alandı burası aslında.”